Kur’anı mealinden şimdiki haliyle çalışmaya başladım..1.Sure Fatiha suresi,2.sure Bakara suresi..Bakara suresi Kur’an’ın en uzun süresi..Çok karışık,içinde çok bilgi var..Tuhaf geldi..Başlangıç daha anlaşılır olmalı..Aslında biliyordum..Kur’anın şu anki hali iniş sırasına göre değil…Baktım..Bakara suresi iniş sırasına göre 85.sure,Fatiha suresi iniş sırasına göre 5.sure…Ben de sureleri iniş sırasına göre çalışmaya karar verdim..
Kur’an 6666 ayet,114 sure,30 cüzdan oluşuyor..Ayet,cümle demek..Sure(Kur’an için) başı ve sonu belli,farklı sayıda ayetler içeren Kur’an’ın bölümleri demek.Cüz da 20 sayfalık bölümler demek..Yani Kur’an;6666 cümleden oluşan 600 sayfalık bir kitap..
Kur’an’da 114 sure var..En uzunu Bakara suresi.Bakara suresi 286 ayetten oluşuyor ve en kısa sure de 3 ayetten oluşan Kevser suresiymiş..
Surelerin şu anki halinin Hz.Muhammet tarafından veya sahabe tarafından veya hem sahabe hem Hz.Muhammet tarafından yapıldığı şeklinde 3 farklı görüş varmış(sıralamasının)..
Her surenin bir ismi(birden fazla olan surelerde var) varmış ve şu an Dünya’daki bütün Kur’an’lar da surelerin tertibi(düzenlenmesi)ve isimleri aynıymış..
Hz.Aişe’den isnad(isnad kaynak demek)edilen rivayete(rivayet bir sözün,bir olayın aktarılması) göre..Hz.Muhammet Hira mağarasında iken,Ramazan ayının 27.gecesi(Pazar gününü Pazartesi’ye bağlayan gece)tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş..o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nurani varlığın(Cebrail)kendisine seslendiğini duymuş..Hz.Muhammet olayı şöyle anlatıyormuş”Melek bana okumamı emretti..Kendisine okuma bilmediğimi söyledim..Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı..sonra”oku!”dedi..Ben yine”okuma bilmem”dedim..Beni tekrar kollarının arasına aldı,kuvvetle sıktı ve”oku!”diye tekrar etti..Ben yine”okuma bilmem”dedim.. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi:
Yaratan rabbinin adıyla oku;O,insanı alaktan(asılıp tutunan zigottan)yarattı..Oku!Rabbin sonsuz kerem sahibidir..O,kalemle(yazmayı)öğretendir..İnsana bilmediklerini öğretmiştir..
VE yani İLK AYET İNMİŞ…
Hz.Muhammet’e vahyedilen ilk cümleler bunlar..İlk sure Alak suresi..Alak suresi Mekke döneminde inmiş..19 ayet.İlk beş ayet Hz.Muhammet’e gelen ilk vahiymiş o yüzden ilk inen sure olarak kabul edilmiş..ama bazı Kur’an tarihçileri,Fatiha’nın bazıları da Müddessir suresinin ilk sure olduğunu ileri sürmüşler..çalıştıkça kendi fikrim oluşur herhalde..hangisi ilk sure kendim de fikir yürütebilirim diye düşünüyorum..Alak suresi Kur’an da şimdiki sıralamada 96.sure..
2.Sure”Kalem”suresi..İlk ayeti(((Nun,Kaleme ve(yazanların)onunla yazdıklarına andolsun ki sen-rabbinin lutfu sayesinde-asla deli değilsin)))…sure devam ediyor..
3.sure “Müzzemmil”suresi..1.ayeti(((Ey örtünen bürünen)))..sure devam ediyor.. Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz.Muhammet Hira mağarasında ilk vahyi alınca çok etkilenmiş.doğruca evine gidip Hz.Hatice’ye”beni örtün,beni örtün”demiş..onlar da üzerini örtmüşler..korkusu geçip,rahatlayıncaya kadar böyle kalmış..3.sure 1.ayetteki”müzzemmil”kelimesi onun bu halini ifade ediyormuş..Hz.Muhammet örtüsüne bürünmüş halde dururken Cebrail yine gelmiş ve”Ey örtüsüne bürünen “hitabıyla başlayan yeni bir vahiy getirmiş..Bununla birlikte”örtüsüne bürünen”ifadesine mecaz olarak”peygamberlik kisvesine bürünen,Kur’an’a bürünen,uyumak için örtüsünü üzerine çeken,uykuya dalmış olan,kendi kendine dalıp düşünen”anlamları da verilmiş..
Sureleri çalışmaya başlamadan önce bazı noktalar:
Hz.Aişe’den isnad(isnad kaynak demek)edilen rivayete göre..Hz.Muhammet Hira mağarasında iken,Ramazan ayının 27.gecesi(Pazar gününü Pazartesi’ye bağlayan gece)tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş..o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nurani varlığın(Cebrail)kendisine seslendiğini duymuş..Hz.Muhammet olayı şöyle anlatıyormuş”Melek bana okumamı emretti..Kendisine okuma bilmediğimi söyledim..Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı..sonra”oku!”dedi..Ben yine”okuma bilmem”dedim..Beni tekrar kollarının arasına aldı,kuvvetle sıktı ve”oku!”diye tekrar etti..Ben yine”okuma bilmem”dedim.. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi:
(((Yaratan rabbinin adıyla oku;O,insanı alaktan(asılıp tutunan zigottan)yarattı.Oku!Rabbin sonsuz kerem sahibidir..O,kalemle(yazmayı)öğretendir.İnsana bilmediklerini öğretmiştir)))..
Cebrail”oku”diyor..”Hz.Muhammet”okuma bilmem”diyor.Kur’an yazılı inmiyor..Vahiyle Hz.Muhammed’in kalbine indiriliyor..Hz.Muhammet sonra bu olayı anlatırken”oku deyince yazılı sandım”demiyor..Rivayette Cebrail,3 kez oku diyor..kanatlarıyla Hz.Muhammet’i sıkıyor..Üçüncüde de okuyan Hz. Muhammet değil..Cebrail ilk ayeti söylüyor..O da okumuyor,söylüyor..
Cebrail”Tanrı’nın güçlü adamı”anlamına geliyormuş..İbranice Gabriel’in Arapçalaştırılmışı “Cebrail”miş..İlahi emirleri peygamber ve meleklere ulaştıran vahiy meleğinin adı.. Hz.Muhammet Cebrail’i kendi suretinde 2 kez görmüş..Bir ilk vahyi getirince,Hira mağarasında..bir de Sidretü’l Münteha’da..Sidretü’l Münteha”son noktada bulunan sidre(Arabistan kirazı denilen hoş gölgeli nebk ağacı demekmiş-yani ağaç..) Hz. Muhammet Miraç’a cıktığında Cebrail bu noktadan sonrasına gitmesine izin vermemiş..Yaratılmışların(galiba melekler de buna dahil)ulaşacağı son noktaymış..Allah’a bu mevkiden daha fazla yaklaşılmıyor.. Necm sûresinde (53/5-6) işaret edildiğine göre Cebrâil, karşı konulamayan müthiş bir güce ve kesin bilgilere sahip..
Cebrail sadece vahiy getiriyorsa Kur’an tamamlandığından beri hiç mi Dünya’ya gelmedi diye düşündüm..Google yazdım..Başkaları da düşünmüş,sormuş..Cebrail her yıl Ramazan’ın 27.gecesi diğer meleklerle birlikte yeryüzüne iniyormuş..Başka görevleri de varmış..Ama yanlış anlamadıysam galiba Kadir gecesi dışında Dünya’ya gelmiyor..
Necm suresinde(((onu-yani Kuranı-çok güçlü,üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti-O ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü)))diyor..
Cebrail hadislerde Hz.Muhammet’e vahiy getiren,Kur’an’ı öğreten ve değişik konularda hükümler bildiren bir melek..Hz.Muhammet’e,hatta bazen sahabelere insan şeklinde görünen bir melek olarak sık sık anılırmış..Medine’de Hz.Muhammet’in huzurunda oturduğu yer,daha sonra”makam-ı Cibril”diye anılmış..Özellikle ramazan aylarında geceleri Hz.Muhammet’e gelip,daha önce nazil(gökten inmiş demek)olmuş ayetleri ay sonuna kadar bir defa baştan sona dinlermiş(Hz.Muhammet’in ağzından)..
Cebrail,Arş’ı taşıyan ve “mukarrebin”diye anılan meleklerden olup nurdan yaratılmış..Makamı yedinci kat gökteki”sidretü’l-müntena”ymış(yani Hz.Peygamberin Miraç’ta çıktığı son nokta-buradan sonrasına izin verilmemişti)…
Cebrail en son ölecek ve ahirette ilk diriltilecek varlıklardanmış..Önceki peygamberlere de vahiy getirmiş,başka bilgiler öğretmiş,bir çok konuda yardımcı ve destek olmuş..
İsmi belli olan başka meleklerde var..Mesela Mikail(İbranice de Mikael)..Bir rivayet var..Fedek Yahudilerinden bir grup Hz.Muhammet’e gelip 4 soru soruyorlar..Cevaplar doğruysa müslüman olacaklarını söylüyorlar..3 sorunun cevabı bekledikleri gibiymiş..4.soruları Hz.Muhammet’e vahiy getiren meleğin adıymış..”Cebrail”denince yahudiler”Cebrail bizim düşmanımızdır;çünkü o kıtlık ve kuraklık meleğidir..Eğer vahiy getiren Mikail olsaydı ona iman ederdik,çünkü Mikail rahmet,bolluk ve yağmur meleğidir”demişler..Başka bir rivayette de Hz.Ömer neden Hz.Muhammed’i yalanlamak için bu kadar uğraşıyorsunuz diye sormuş”çünkü ona vahiy getiren Cebrail bizim düşmanımızdır” demişler..Bazı tefsirlerde Babil Kralı Kudüs’ü işgal edip yahudi krallığına son verdiğinde Cebrail’in ona yardım ettiğini o yüzden Cebrail’e düşman oldukları yazılıymış..
Cebrail’e yahudilerin düşman oldukları doğru galiba..Babil kralına da gerçekten yardım etmiş olabilir..Allah emreder o da yardım eder.Biz Mikail gelse kabul ederiz,Cebrail olmaz..Yahudiler gerçekten böyle bir mantıkta olabilirler..Şımarıklık,şuursuzluk hepsi var..Ve Allah’ta hala yok etmedi onları..Vardır herhalde bir sebebi..
Alak Suresi ilk sure ise..Vahyedilen ilk cümleler”yaratan Rabbinin adıyla oku;O,insanı alaktan(asılıp tutunan zigottan)yarattı..Oku!Rabbin sonsuz kerem sahibidir..O,kalemle(yazmayı)öğretendir..İnsana bilmediklerini öğretmiştir..”diyor.ALAK ile “aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyeti(zigot)”kastediliyormuş..
Hz.Muhammet Hira mağarasında tan yerinin ağarmasından biraz önce ufukta bir şekil görüyor..Daha önce hiç görmediği nurani bir şekil..Ve o kendisine sesleniyor…Yani Hz..Muhammet görüyor ve duyuyor ama başka kimse görmüyor,duymuyor..Bir görüntü ve ses var ama sadece Hz.Muhammet görüp,duyabiliyor..Vahye teknolojik açıdan bakacak olsak..gökyüzünde bunu yapabilirler ama kişiye özel mümkün değil..
İnsanı yumurtadan yarattı diye başlıyor..Topraktan demiyor..Sonrasında Hz.Adem’in topraktan yaratıldığı var galiba..sonraki surelerde..Tevrat’ta da var..Ama Kur’an”insan döllenmiş yumurtadan yaratıldı”diye başlıyor..2.Sure kalem suresi,Hz.Muhammet’e hitaben”sen deli değilsin”diyor..3.sure “Müzzemmil”suresi”ey örtünen,bürünen” diye başlıyor..Hz.Muhammet ilk vahiyden sonra eve gidip üstünü örttürmüştü..
Yani ilk vahiy Hira mağarasında geliyor..Dinde mağaralar,dağlar önemli..Allah..ve yaratılanlar var..Farklı konumda melekler var…Dinde kurallar önemli ama din sadece kurallardan ibaret değil..Tarih,bilim,teknoloji..çok şey var…
Bu sure de geçen görevliler:
CEBRAİL..Cebrail”Tanrı’nın güçlü adamı”anlamına geliyormuş..İbranice Gabriel’in Arapçalaştırılmışı “Cebrail”miş..İlahi emirleri peygamber ve meleklere ulaştıran vahiy meleğinin adı.. Necm sûresinde (53/5-6) işaret edildiğine göre Cebrâil, karşı konulamayan müthiş bir güce ve kesin bilgilere sahip.. Cebrail,Arş’ı taşıyan ve “mukarrebin”diye anılan meleklerden olup nurdan yaratılmış..Makamı yedinci kat gökteki”sidretü’l-müntena”ymış(yani Hz.Peygamberin Miraç’ta çıktığı son nokta-buradan sonrasına izin verilmemişti)…Cebrail en son ölecek ve ahirette ilk diriltilecek varlıklardanmış..Önceki peygamberlere de vahiy getirmiş,başka bilgiler öğretmiş,bir çok konuda yardımcı ve destek olmuş..
MİKAİL(İbranice de Mikael)..Büyük meleklerden birinin ismiymiş..Bakara Suresi 98.ayette geçiyor..Bazı hadislere ve İslami kaynaklara göre yağmur yağdırmak,bitki bitirmek gibi tabiat olaylarını düzenlemek ve yaratıkların rızıklarını yönetmekle görevli olduğu belirtiliyormuş(Diyanet)..
Devam edecek…
Çalışan:insanotu
2—–KUR’ANI SURELERİN İNİŞ SIRASINA GÖRE ÇALIŞIYORUM…(İKİ)
VE İLK AYET İNMİŞ…
1-Alak Suresi…
Alak suresi Mekke döneminde inmiş..19 ayet(yani 19 cümle).İlk beş ayet Hz.Muhammet’e gelen ilk vahiymiş o yüzden ilk inen sure olarak kabul edilmiş..ama bazı Kur’an tarihçileri Fatiha’nın,bazıları da Müderris suresinin ilk sure olduğunu ileri sürmüşler..çalıştıkça kendi fikrim oluşur herhalde..hangisi ilk sure kendim de fikir yürütebilirim diye düşünüyorum..Alak suresi Kur’an da şimdiki sıralamada 96.sure..
“””””Alak Suresi..(((Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıylaYaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” dan yarattı. ﴾1-2﴿ Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. ﴾3﴿O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. ﴾4-5﴿ Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder. ﴾6-7﴿ Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir. ﴾8﴿ Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü? ﴾9-10﴿ Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidâyet üzere ise; ya da takvayı (Allah’a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!? ﴾11-12﴿ Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!? ﴾13﴿ O Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu? ﴾14﴿ Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız. ﴾15-16﴿ Haydi, taraftarlarını çağırsın. ﴾17﴿ Biz de zebânileri çağıracağız. ﴾18﴿ Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş. ﴾19﴿)))”””””
“””””Yaratan Rabbinin adıyla oku..O insanı”alaktan”yarattı(1-2)”””..asılıp tutunan zigot demekmiş..yani tohum..Yani Allah insanı tohumdan yarattı.. Ali İmran suresi 59.ayette”Allah nezdinde isa’nın durumu,Adem’in durumu gibidir:Onu toraktan var etti;sonra ona”ol”dedi. ve oluverdi”diyor..Nisa suresi 1.ayette”Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının”diyor..Allah insanı tohumdan yarattı açık net..Hz.Adem’i topraktan yarattığı ve ondan da eşini yani Hz.Havva’yı yarattığı da açık net..İkisinden yani Hz.adem ve Hz.Havva’dan bir çok erkek ve kadın üretip yaydığı da açık net..Hz.Adem’in 930 yıl yaşadığı(tevrat’ta böyle)rivayetlerde 1000-2000 miş..tam belli olmasa da çok uzun yaşamış gibi görünüyor..Yani üretim ve bilgi aktarımı için uzun yaşaması bence mantıklı..Yani çamurdan yaratılıp tohumla üretim sağlanmış..Tohum var ama beden üretilmiş gibi..bence öyle..Hz Adem bebek ya da çocuk olmamış..Annesi,babası olmamış..Hz.İsa babasız ama anne var..Ama Hz Adem çamurdan üretilmiş..Hz.Havva’da ondan üretilmiş..Yani Hz.Havva’nın da annesi,babası yok..o da bebek olmamış,çocuk olmamış..Hz.Havva nın kaç yıl yaşadığı bilgisi yok galiba..ya da ben bulamadım..(Kim önce öldü bak)..
“””Oku!Senin Rabbin en cömert olandır..O,kalemle yazmayı öğretendir,insana bilmediğini öğretendir(3-4-5)”””…Allah insana kalemle yazmayı öğretmiş..insana bilmediklerini öğretmiş..o yüzden cömert..O”kalemle yazmayı öğretendir..insana bilmediğini öğretendir”diyor..ben insanın bilmediği hiç bir şeyi bilmediğini düşünürüm..yani beynimizde,kanımızda,bir yerlerimizde bilgi var,bu bilgiyi kullanmayı beceren bir şeyler yapıyor,icat ediyor diye düşünürüm..ama burada Allah insana bilmediğini öğretendir diyor..hala öğretme devam mı ediyor..gerçi en başında bütün bilgi Hz.Adem’e yüklenmiş olabilir..genlerimizde o bilgiler var olabilir…
“”””Hayır,insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder(6-7)””””…insan bildiğini kendi bildiği sanıyor..kendini oldum sanıyor..ve kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder diyor..
“””Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir(8)”””diyor….Rabbe döneceğiz..başka alternatif yok..
“””Sen,namaz kıldığında kulu(bundan)engelleyeni gördün mü?(9-10)ne dersin,ya o(engellenen kul)hidayet üzere ise;ya da takvayı(Allah’a karşı gelmekten sakınmayı)emrediyorsa!?(11-12) Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!? ﴾13﴿ O Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu? ﴾14﴿ Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız. ﴾15-16﴿ Haydi, taraftarlarını çağırsın. ﴾17﴿ Biz de zebânileri çağıracağız. ﴾18﴿ Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş. ﴾19﴿)))””””” Namaz kıldığında kulu bundan engelleyen gördün mü diyor..Kur2an ın inmeye başladığı dönemde namaz kılanları engelleyenler var galiba..Kur’an daha 9. cümlesinde NAMAZ dan bahsediyor..Namaz hep var..hep önemli..Namaz kılanı engelleyen Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmiş olarak görüyor ve tehdit ediyor..Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu diyor..Eğer vazgeçmezse(namazı engellemekten,peygamberi yalanlamaktan vazgeçmezse-galiba-)o yalancı günahkar perçeminden yakalarız diyor..Perçem diyince yalanlıyanın kadın olduğunu düşündüm ama sakalı falan mı kastediliyor..”günahkar perçem”ne demek ki..Haydi taraftarlarını..biz de zebanileri çağıracağız diyor..Ahiret için mi diyor..zebaniler ahirette var..dünya ya da geliyorlar mı..Kur’an’ı ,sadece okusam bnları sorardım ve anlamazdım..Durum şöyleymiş:(TDV İslam Ansiklopedisinde yazana göre Hz.Muhammet Kabe’de namaz kılarken Ebu Cehil gelip”ben seni burada namaz kılmaktan menetmedim mi”diyor..Hz Muhammet ona sert bir şekilde karşılık veriyor o da”sen neyine güveniyorsun ben bu vadide en kalabalık taraftarı olan kişiyim”diyor..Bu ayet bunun üzerine iniyor.. Hayır!Sakın sen ona uyma;secde et ve Rabbine yaklaş”diyor..
Hz.Muhammet Kur’an inmeden önce de Kabe’de namaz kılıyordu da Ebu Cehil engel mi oluyordu..?Sonrasında engel olmamış mı..?Sen ona uyma secde et Rabbine yaklaş diyor..Secde et Rabbine yaklaş..Secde yaratana yaklaştırıyor demek..
Bu sure de geçen görevliler:Zebani(Zebani,cehennemde görevli melek..zebaniye olarak Kur’an da sadece Alak suresinde 1 kez”zebaniye”olarak geçiyormuş..sahabiler zebaniye kelimesine-azap melekleri-anlamını vermiş..Bir rivayete göre Hz.Muhammet”Ebu Cehil namaz kılmama engel olmaya kalkışsaydı azap melekleri onu hemen yakalardı”demiş..demek ki dünyaya geleceklerdi..el-Müderris suresinde(74/30)cehennemde bulunan zebani sayısının 19 olduğu varmış..Zebaniler de melek..yani görevli..cehennemde azap eden melekler zebaniler..Kur’an da başlarında Malik isimli meleğin olduğu bilgisi varmış.. TDV-İslam Ansiklopedisi’nden)
Çalışan:insan(OTU)
—————————————-
2……. Kalem Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elKalem”kelimesinden almıştır. “Nûn” sûresi diye de anılır. Sûrede başlıca, Hz.Muhammed’in peygamberliğinin ispatı ve mü’minler ile kâfirlerin akıbetlerikonu edilmiştir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada altmış sekizinci, iniş sırasına göre ikinci sûredir. Alak sûresinden sonra, Müzzemmil sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetten 50. âyete kadar olan kısmının Medine’de indiği yönünde bir rivayet bulunmakla beraber (bk. Şevkânî, V, 307) âyetlerin üslûp ve içeriğinden bunların da Mekke’de indiği anlaşılmaktadır.
Konusu
Muhammed aleyhisselâmın Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir elçi olduğu, yüksek şahsiyeti ve Mekkeli müşriklerin onun getirdiği mesaj konusunda yaymaya çalıştıkları tereddütler, müşriklerdeki şahsiyet bozuklukları, nimete karşı nankörlüğün sonucunu açıklamak amacıyla anlatılan “bahçe sahipleri kıssası”, âhiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri, Allah’ın müminler için hazırlamış olduğu ödüller ve kâfirlere vereceği cezalar, sûrenin başlıca konularıdır. Ayrıca Hz. Peygamber’e metânetli olması, Yûnus peygamberin yaptığı gibi sabırsızlık göstermemesi tavsiye edilmektedir.
Kalem Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1-2﴿ Nûn. Kaleme ve (yazanların) onunla yazdıklarına andolsun ki sen -rabbinin lutfu sayesinde- asla deli değilsin.
Tefsir (Kur’an Yolu)
Sûrenin başında bulunan “nûn” harfi, “hurûf-ı mukattaa”dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin ilk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi verilmiştir.
Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti). Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308).
Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-âlemîni anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk inen sûresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır.
Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, âhirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükâfatlardır (İbn Âşûr, XXIX, 62-63). 4. âyetteki “üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’lhuluk”, 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkârcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.
3.. Müzzemmil Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 20 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMüzzemmil”kelimesinden almıştır. Müzzemmil, örtünüp bürünen demektir.Sûrede başlıca, Hz. Peygamberin ibadet ve taat hayatı konu edilmiştir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Kalem sûresinden sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke’de inmiştir; 20. âyetinin Medine’de indiğine dair bir rivayet de vardır (Kurtubî, XIX, 30). Müddessir sûresinden sonra indiği, dolayısıyla dördüncü sırada yer aldığı görüşünde olanlar da vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, III, 1199).
Konusu
Resûlullah’a şahsı ve peygamberliği ile ilgili bazı görevlerin verildiğini ifade eden âyetlerle başlayan sûrede daha sonra kıyamet günündeki olaylar, âhiretteki hesap ve ceza konuları anlatılmakta; son olarak da müminlerin ibadet yüklerinin hafifletildiği bildirilmektedir.
Müzzemmil Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Ey örtüsüne bürünen!
Tefsir (Kur’an Yolu)
Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber Hira mağarasında ilk vahyi aldığında bu olaydan fevkalâde etkilenmiş, doğruca evine gidip eşi Hz. Hatice’ye, “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler, korkusu geçip rahatlayıncaya kadar bu şekilde kalmıştır (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3, 7; Müslim, “Îmân”, 252, 255). İşte 1. âyetteki “müzzemmil” kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir halde dururken yine Cebrâil gelmiş ve “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan yeni vahiyler getirmiştir (bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256). Bundan sonraki Müddessir sûresi de aynı sebeple gelmiştir. Çünkü bu durum bir süre devam etmiştir. Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak, “peygamberlik kisvesine bürünen, Kur’an’a bürünen, uyumak için örtüsünü üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen” anlamları da verilmiştir (Şevkânî, V, 364; Esed III, 1200). 2. âyette Hz. Peygamber’e gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3 ve 4. âyetlerde ibadet süresinin miktarı gecenin yarısı veya daha azı yahut biraz fazlası olarak tayin edilmiştir. 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine yakın, yarısı, üçte biri olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz kılmanın Hz. Peygamber’e farz olduğu, beş vakit namaz farz kılındıktan sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı verilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber’e mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı kılmaları sünnet kabul edilmiştir (İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79).
“Tane tane, hakkını vererek oku” diye çevirdiğimiz fiilin masdarı olan tertîl, sözlükte “bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıklamak” anlamlarına gelmektedir. Burada Kur’an’ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak Kur’an’ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli olduğu için yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber’in Kur’an’ı, harflerinin hakkını vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir (İbn Kesîr, VIII, 276).
4… Müddessir Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 56 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMüddessir”kelimesinden almıştır. Müddessir, tıpkı bir önceki sûrenin adıolan müzzemmil gibi, örtünüp bürünen demektir. Sûrede başlıca, Hz. Peygamberintebliğ ve davetle görevlendirilmesi, müşriklerin ona karşı çıkmasıve onların cehennemle uyarılması konu edilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fâtiha sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Müzzemmil sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, 292).
Konusu
Sûrede Hz. Peygamber’e, ilk vahyi aldığında yaşadığı heyecana rağmen dini tebliğ görevini yerine getirmesi, inkârcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntılara katlanması emredilmiştir. Kıyamet gününün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur’an’a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürüklenecekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlilerinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkârcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkârcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona ermiştir.
Müddessir Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Ey örtüsüne bürünen!
Tefsir (Kur’an Yolu)
Hz. Peygamber Hira mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisini de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişlerdi. Bunun ardından, “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan Müddessir sûresinin ilk beş âyeti inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 74/1-5). Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak “peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi yüklenen” anlamları da verilmiştir (Râzî, XXX, 190; Şevkânî, V, 373; İbn Âşûr, XXIX, 294).
“Kalk, uyar” emri Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak tevhid dinini ve Allah’ın mesajlarını insanlığa tebliğ etmekle görevlendirilişinin ilânıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. “Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir” emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan “Allah’ın birliğine iman ve O’na kulluk” esasını ortaya koymaktadır. İslâm’ın bu temel ilkesinin hemen ardından gelen “Elbiseni temiz tut” emri ise Hz. Peygamber’in maddî olarak elbisesini necâset vb. pisliklerden temiz tutması, mânevî olarak da güzel ahlâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır (Zemahşerî, IV, 180-181). Âyetteki siyâb (elbise) kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve bu kelimeye “amel, kalp, nefis, beden, aile, din, ahlâk” gibi farklı mânalar veren başka müfessirler de olmuştur (bk. Şevkânî, V, 374). Buradaki temizlik maddî mânada alındığında “elbise” bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, kezâ ev bark, mâbed vb. özel veya ortak alanların temizliğinin de bu buyruğun kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette “Her türlü pislikten uzak dur” diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son derece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber’e ve onun şahsında müslümanlara hem maddî hem de mânevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz. Peygamber’i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlıdır.
5.. Fâtiha Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. Yedi âyettir. Kur’an-ı Kerim’in ilk sûresi olduğu için “başlangıç” anlamına “Fâtiha” adını almıştır. Sûrenin ayrıca, “Ümmü’1-Kitab” (Kitab’ın özü) “es-Seb’ul-Mesânî” (Tekrarlanan yedi âyet) , “el-Esâs”,“el-Vâfiye”, “el-Kâfiye”, “el-Kenz”, “eş-Şifâ”, “eş-Şükr” ve “es-Salât” gibi başka adları da vardır. Kur’an’ın içerdiği esaslar öz olarak Fâtiha’da vardır. Zira övgü ve yüceltilmeye lâyık bir tek Allah’ın varlığı, onun hâkimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O’na yapılıp O’ndan yardım isteneceği, bu sûrede özlü bir şekilde ifade edilir. Fâtiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz güzellikte bir dua, bir yakarıştır.
Nuzül
Mushafta birinci, nüzûl sıralamasında 5. sûredir. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke’de nâzil olduğu hususunda ittifak vardır. Kaynaklarda nüzûl sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Kur’an’ın hem bir mukaddimesi hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rek‘atlarında rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O’na yaklaşması murat edilmiştir.
Konusu
Bu sûre ilâhî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mâna, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’in gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi (ilâhî irade, rızâ ve düzene uygun) bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için: 1. Emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. 2. Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının “yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her çeşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah” olduğunun bilinmesine bağlıdır. 3. Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin başından “yevmi’d-dîn”e kadar birincisi, “müstakîm”e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve geçmişten ibret alınmasını sağlamak üzere verilen– Kur’an kıssalarının özü veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in bilgi, irşad ve tâlimatla ilgili bütün muhtevası “bilinmesi ve inanılması gerekenler” ve “yapılması gerekenler” diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb âlemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat düzeni gibi amelî, ahlâkî hükümler ve öğretiler vardır. Fâtiha sûresi bütün bunları ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır.
“Hamd Allah’a mahsustur” cümlesi Allah Teâlâ’nın kendisini hamde(övgü, yüceltme) lâyık kılan bütün yetkinlik sıfatlarını; “âlemlerin rabbi” ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; “rahmân ve rahîm” isimleri Allah’ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; “ceza ve hesap gününün sahibi” nitelemesi kıyamet hallerini ve âhiret âlemini; “Yalnız sana kulluk ederiz” kısmı iman, ibadet ve sosyal düzeni; “Yalnız senden yardım dileriz” cümlesi amellerde ihlâsı (ibadetlerin yalnızca Allah rızâsı için yapılmasını) ve tevhidi (O’ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini, Tanrı’ya mahsus sıfat ve etkilerin O’ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. “Bizi doğru yola ilet” cümlesi ibadet, nizam, düşünce ve ahlâk çerçevesini, “nimete erdirdiklerinin yoluna…” kısmı gelip geçmiş örnek nesilleri, millet ve toplulukları; “gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” bölümü ise kötü örnek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken geçmiş toplulukları içine almaktadır.
Denebilir ki besmelenin başındaki “bi” edatından başlayarak besmeleye, sonra Fâtiha’ya ve devamında bütün Kur’an’a doğru ilâhî sırlar perde perde açılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikçe hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilâhî irşadın ışığı âlemlere yayılmaktadır. “Bi” edatındaki “musâhabe” (beraberlik) ve “ istiâne” (yardım dileme) mânaları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının bütününü ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile Fâtiha, bu ilişkiyi daha da açarak devam etmekte, diğer sûre ve âyetler de bunları, aralarında bir bütünlük oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun üslûplar içinde açıklığa kavuşturmaktadır.
Fazileti
Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fâtiha sûresinin değeri ve müminin dinî hayatındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır” (Tirmîzî, “Duâ”, 9).
“Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19).
Allah’ın resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’ân-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).
Yine birçok sahih hadiste Fâtiha sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).
Fâtiha Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla…
Tefsir (Kur’an Yolu)
“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü…” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A‘râf 7/11-17).
Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En‘âm 6/112). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/98-100).
Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü” çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.
Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır. Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü’minûn 23/96-98).
Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir. 1. Sûrelerin başında bulunan besmele cümlelerinin, Kur’ân-ı Kerîm’in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı dönemde Kur’an’a dahil olmayan hiçbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine görüşler bulunmasına rağmen– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin âyet sayılarına dahil olmayan ayrı bir âyet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhçılarının görüşleri de böyledir (Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 12).
İmam Şâfiî Fâtiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir âyet olarak kabul etmiştir. Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı görüş nakledilmiş, her sûreye dahil bir âyet sayılması görüşü –ona ait olması yönünden– daha sahih bir rivayet olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre besmeleler sûrelerin başında ayrı âyetler olduğu için namazda yalnızca Fâtiha’dan önce sessiz olarak okunur, Fâtiha’yı takip eden ve zamm-ı sûre denilen sûre ve âyetlerden önce ise besmele okunmaz.
Besmele dilimize genellikle “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklinde çevrilmektedir. Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan “… okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum” gibi bir yüklem vardır. “Allah’ın adıyla yemek, okumak” ifadesinden Türkçe’de “yenen ve okunanın Allah’ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu” anlaşılır. Bu mâna kastedilmediğine göre maksadı doğru anlatabilmek için besmeleyi “Rahmân ve rahîm olan Allah adına, … adını anarak, … Allah’tan yardım dileyerek …” şekillerinde çevirmek de uygun olur.
Kul herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce eûzü çekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak “kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve gücün ancak Allah’tan gelebileceğini, Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O’nun mülkünde, O’nun adına tasarrufta bulunduğunu, asıl mâlik ve hâkim olan Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını…” peşinen kabul etmekte ve bundan güç almaktadır. Burada tevhid cümlesinin mânası da üstü kapalı olarak mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cümlesinde “lâ ilâhe” denilerek önce bütün sahte tanrılar zihinlerden siliniyor, sonra da “illallah” ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzü besmele çekildiğinde de önce kulluk ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar açılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.
Allah yerine “tanrı”, rahmân yerine “esirgeyen”, rahîm yerine de “bağışlayan” kelimelerinin kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla lâyık olan “tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden uzak, varlığı zaruri (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez” olan yüce zâta mahsustur, bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bazı nitelikler yükledikleri mâbudlara tanrı denebilir. Başka bir deyişle tanrı kelimesi Allah için de kullanılabilir, halbuki Allah ismi O’ndan başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır.
Kur’an dilinde rahmân sıfat-ismi de Allah’a mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahmân “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden” demektir. Rahmân, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm “çok merhametli, rahmeti bol” demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahîm sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.
6.. Tebbet Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 5 âyettir. “Tebbet”, kurusun, kahrolsun demektir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yüz on birinci, iniş sırasına göre altıncı sûredir. Mekke döneminde Fâtiha sûresinden sonra, Tekvîr sûresinden önce inmiştir. Rivayete göre Allah Teâlâ kendisine yakınlarını uyarıp İslâm’a çağırmasını emredince (bk. Şuarâ 26/214) Hz. Peygamber Safâ tepesine çıkmış, orada bulunan Kureyş kabilesi mensuplarını yanına çağırarak onlara İslâm’ı tebliğ etmiş; ancak Resûlullah’ın amcası Ebû Leheb bu olaya kızarak, “Kuruyup yok olasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” demesi üzerine bu sûre inmiştir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 111; Taberî, XXX, 217-218).
Konusu
Sûrede Hz. Peygamber’in amcası olup ona karşı düşmanca davranışlar sergileyen Ebû Leheb ve karısı eleştirilmekte, onlar gibi servet ve gücüne güvenenlerin acı sonu bildirilmektedir.
Fazileti
Tebbet Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kurudu zaten.
Tefsir (Kur’an Yolu)
Ebû Leheb, Abdülmuttalib’in oğlu ve Hz. Peygamber’in baba bir amcasıdır. Asıl adı Abdülüzzâ olup parlak yüzlü olduğundan veya öfkelendiğinde yanakları kızardığı için babası tarafından kendisine “alev gibi, çok parlak” anlamına gelmek üzere Ebû Leheb lakabı verilmiştir. Daha önce Hz. Muhammed’i çok sevdiği, hatta iki oğlunu onun kızlarıyla evlendirdiği halde peygamber olduktan sonra onun azılı düşmanı oldu. Hz. Peygamber, insanların Allah katında eşit olduğunu, onların dinî ve ahlâkî erdemlerine göre değerlendirileceklerini söylüyordu. Ebû Leheb ise kibirli, gururlu ve zengin biri olup fakir ve zayıf insanların kendisine eşit tutulmasını kabullenemiyordu. Rivayete göre Resûlullah panayırda dolaşarak insanları İslâm’a davet ederken Ebû Leheb de arkasından gider ve çevresindekilere onun yalancı olduğunu söylerdi (Kurtubî, XX, 236). Hz. Peygamber’e karşı daima onun düşmanlarıyla birlikte hareket etmiş, hem kendisi hem de karısı ona eziyet etmişlerdir. Hicretin 2. yılında çiçek hastalığına yakalandığı için Bedir Savaşı’na katılamamış, fakat yerine adam göndermiş, ayrıca müşriklere malî destekte bulunmuştur. Kureyş’in Bedir’deki yenilgisini ve ağır kayıplarını haber aldıktan yedi gün sonra kahrından öldüğü söylenmektedir. Çiçek hastalığı kendilerine de bulaşır endişesiyle ailesinden hiç kimsenin ona yaklaşmadığı, öldüğünde ücretle tuttukları Sudanlılar’a defnettirdikleri rivayet edilir. Ebû Leheb’in kızı müslüman olarak Medine’ye hicret etmiş, oğulları Utbe ile Muttalib de Mekke’nin fethinden sonra İslâm’a girmişlerdir (fazla bilgi için bk. Mehmet Ali Kapar, “Ebû Leheb”, DİA, X, 178-179).
“Ebû Leheb’in elleri kurusun!” meâlindeki 1. âyet mecazi bir ifade olup onun helâk olması yönünde bir bedduadır. Devamındaki “tebbe” fiili, bedduanın gerçekleşeceğini ifade eder; nitekim öyle de olmuştur. Müfessirler 2. âyette Ebû Leheb’in kazandığı bildirilen şeyden maksadın onun çocukları, malı, mevki ve itibarı olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyet, bunların hiçbirinin kendisini kötü sondan kurtaramadığını ifade eder. “Ona ne malı fayda verdi ne de kazandığı” diye çevirdiğimiz 2. âyete, “Malı ona ne fayda sağladı, o ne kazandı?” diye soru şeklinde de mâna verilmiştir (Şevkânî, V, 606-607).
Ebû Leheb, Hz. Peygamber’in amcası olduğu için onu desteklemesi ve düşmanlarına karşı koruması gerekirken tam tersine karısıyla birlikte ona eziyet ve sıkıntı verdiklerinden dolayı 3. âyette ateşi son derece şiddetli olan cehenneme gireceği haber verilmiştir.
Ebû Leheb’in karısı, Harb’ın kızı ve Ebû Süfyân’ın kız kardeşi Ümmü Cemîl Avrâ’dır. “Dedikodu yapıp söz taşıyan…” diye çevirdiğimiz 4. âyeti, Hz. Peygamber’e eziyet etmek maksadıyla diken, çalı çırpı toplayıp geceleyin peygamberin yoluna serdiği için “odun taşıyan” diye çevirenler de vardır. Biz meâlde, insanların arasını bozmak amacıyla laf götürüp getirdiği ve Hz. Peygamber’i maddî sıkıntısı sebebiyle aşağıladığı için mecazi anlamda böyle (hammâlete’l-hatab) nitelendirildiği şeklindeki yorumu tercih ettik. Taberî, her iki yorumu destekleyici rivayetler aktardıktan sonra kendisi birinci mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 338-339). Ayrıca hata ve günahlarını yüklenip taşıdığından dolayı mecazi anlamda “yanacağı cehennem için odun taşıyan” olarak nitelendirildiği kanaatinde olanlar da vardır (bk. Şevkânî, V, 607-608). Aynı kadın, Lât ve Uzzâ isimli putlara yemin ederek mücevherden yapılmış kıymetli gerdanlığını Hz. Peygamber’e düşmanlık uğrunda harcayacağını büyük bir gururla söylediğinden dolayı da 5. âyet, “Dünyadaki gerdanlık yerine âhirette boynuna ateşten bir ip takılacaktır” şeklinde yorumlanmıştır (bk. Kurtubî, XX, 242).
7.. Tekvîr Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 29 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “küvviret”fiilinin mastarından almıştır. Tekvîr, dürmek demektir. Sûrede başlıca, kıyamet, vahiy ve peygamberlik konuları ele alınmaktadır.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada seksen birinci, iniş sırasına göre yedinci sûredir. Tebbet sûresinden sonra, A‘lâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrede kıyametin dehşet verici bazı ayrıntıları ile vahiy ve peygamberlik gerçeği üzerinde durulmaktadır.
Tekvîr Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْۙۖ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Güneş dürülüp karardığında,
Tefsir (Kur’an Yolu)
Kıyamet gününün nasıl dehşet verici bir gün olduğunu ifade etmek ve insanları böylesine dehşetli bir gün için hazırlık yapmaya teşvik etmek üzere, altısı kıyametin başlangıcından hesap zamanına kadar, altısı da hesabın başlamasından itibaren gerçekleşecek on iki olay anlatılmaktadır:
a) Güneşin dürülüp kararması. Bundan maksat ya güneşin ışığının sönmesi veya kütlesinin tamamen dağılması, bildiğimiz formunu ve işlevini kaybetmesidir.
b) Yıldızların dökülüp sönmesi. Güneş ışığının sönmesi, bir kısmı parlaklığını güneşten alan diğer yıldızların da söneceğine işaret eder. Ayrıca kıyametin kopmasıyla kozmik sistem bozulunca yıldızların da birbirine çarpmak, yörüngelerinden kaymak, çekimden kurtulmak gibi gelişmelerle mevcut düzen ve işlevlerini kaybedecekleri, uzay boşluğuna saçılacakları da düşünülebilir (İbn Âşûr, XXX, 141-142; ayrıca bk. İnfitâr 82/2).
c) Dağların sökülüp yürütülmesi. Bu ise yerkürede meydana gelecek olan şiddetli sarsıntı neticesinde dağların parçalanması ve yerlerinden kopup dağılması anlamına gelir (krş. Kehf 18/47; Nebe’ 78/20; Müzzemmil 73/14). Yerküredeki canlıların hayat kaynağı olan güneşin yok olmasıyla zaten burada hayatın devam etmesi mümkün değildir.
d) Doğacak develerin başı boş bırakılması. “Doğacak develer” diye çevirdiğimiz ışâr (tekili: uşerâ) kelimesi “gebelik süresi 10 ayını doldurmuş;fakat henüz doğurmamış olan develer” anlamına gelir. Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap toplumu bu develeri en değerli mal sayarlardı. Temsilî olarak kıyametin şiddetiyle karşılaşan insanın, böylesine değerli mallarına dahi ilgi göstermeyeceğini ifade eder (krş. Hac 22/1-2). “Doğuracak develerin başı boş bırakılması”nın mecazi bir anlatım olduğu, bununla bulutların artık yağmur yağdırmaz olacağı, bu yüzden yeryüzünde hayatın bütünüyle yok olmasına sebep olacak bir kuraklığın yaşanacağı anlamının kastedildiği yorumu da yapılmıştır (İbn Âşûr, XXX, 142-143).
e) Yabani hayvanların toplanıp bir araya getirilmesi. Bu da ya kıyametin şiddetinden dolayı yabani hayvanların bile deliklerinden ve yuvalarından fırlayıp öteden beri korktukları şeyleri unutarak birbirlerinden ve insanlardan korkmadan dehşet içinde –denizlerin karalara taşması gibi– felâketin başlangıcındaki tehlikeli yerlerden çıkmaları ve daha güvenli yerlerde bir araya toplanmaları veya bu büyük felâketin tesiriyle kitleler halinde ölmeleri, cesetlerinin üstüste yığılmasıdır. “Yabani hayvanların birbirlerinden haklarını almak üzere bir araya toplanması” anlamına geldiğini söyleyenler de vardır (Şevkânî, V, 450). Nitekim bir hadiste kıyamet gününde hakların sahiplerine ödeneceği, hatta boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı belirtilmiştir (Müslim, “Birr”, 60; Tirmizî, “Kıyâmet”, 2).
f) Denizlerin kaynatılması. Bu, şiddetli sarsıntı neticesinde yerkürede meydana gelecek olan volkanik patlaklar ve derin çatlaklardan dışarı püsküren magmanın, lav kütlelerinin deniz sularını ısıtıp kaynatması yahut dünyanın şiddetle sarsılmasının ve dağların parçalanıp yok olmasının doğal sonucu olarak denizlerin birbirine karışması ve tek deniz haline gelmesi demektir (İbn Âşûr, XXX, 143; krş. Tûr 52/6; İnfitâr 82/3).
Buraya kadar anlatılanlar kıyametin kopması esnasında meydana geleceği bildirilen olaylardır. Müfessirlerin tamamına yakını bütün bunların jeolojik ve kozmik bir felâket olarak vuku bulacağını kabul ederler. Bundan sonrakiler ise kıyamet koptuktan sonra meydana geleceği haber verilen olaylardır.
g) Nefislerin amelleriyle birleştirilip şekillendirilmesi. Bu âyetle ilgili yorumlar şöyledir: 1. Ölüm anında bedenden ayrılmış olan ruhların kıyamet koptuktan sonra yeniden dirilirken bedenle birleşmesi. Bu olay insanlar öldükten sonra ruhlarının yok olmadığını ve yeniden dirilme anında bedenleriyle birleştiğini gösterir. 2. Kıyamet gününde insanların benzerleriyle, yani müminlerin müminlerle, kâfirlerin de kâfirlerle bir araya getirilmesi (İbn Âşûr, XXX, 144). 3. Müminlerin nefislerinin hurilerle, kâfirlerinkinin de şeytanlarla bir araya getirilmesi. 4. Kişinin dünya hayatında beraber bulunduğu inanç ve zihniyet önderleriyle bir araya getirilmesi. 5. Kişinin aynı inanç ve ahlâkı, paylaştığı insanlarla bir araya getirilmesi. 6. Azgınların kendilerini azdıranlarla, itaatkârların da kendilerini itaate davet eden peygamberler ve müminlerle bir araya getirilmesi. 7. Nefislerin amelleriyle bir araya getirilmesi (Şevkânî, V, 450-451). Bize göre burada, her insanın (nefsin) dünya hayatında yapıp ettiklerini temsil eden veya bunlarla oluşmuş bir şekle girmesi kastedilmiştir. Nitekim insanların yeniden diriltilirken günah-sevap çeşidine göre şekiller alacaklarını ifade eden birçok hadis vardır (bk. Muhammed b. Abdullah el-Hatîb et-Tebrizî, III, 1533-1535).
h) Diri diri toprağa gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğünün sorulması. Câhiliye döneminde –nâdir de görülse– bazı Araplar kız çocukları yüzünden utanç duydukları (bk. Nahl 16/58-59), bazıları da onları büyütüp beslemede sıkıntı çekmekten endişe ettikleri için (bk. En‘âm 6/151; İsrâ 17/31) onları diri diri toprağa gömerlerdi. İşte âhirette sorgulama başladığında bu katiller öldürdükleri kızlarıyla birlikte mahkemeye getirilecek ve hesaba çekileceklerdir.
ı) Defterlerin ortaya serilmesi. İnsanlar öldüklerinde hesap gününde açılmak üzere amel defterleri kapanır. Hesap gününde bu defterler ortaya konduğunda herkes, dünyada iken hayır veya şer adına ne işlemişse kendi amel defterinde yazılmış olduğunu görür ve yaptıklarını hatırlar. Hesabı görüldükten sonra artık hakkında amellerine göre işlem yapılır (amel defterleri hakkında bk. Hâkka 69/19-28; ayrıca krş. İsrâ 17/13-14; Kehf 18/49).
j) Gökyüzünün sıyrılıp açılması. Gökyüzü yerle birlikte (maddî evren) yok edilecek, insanın önündeki madde engeli kalkacak, madde ötesi ile yüzyüze gelmesi sağlanacaktır. Bu anlamda sema açılınca gayb âleminin gizli gerçekleri açığa çıkacak; insanların cennet, cehennem, melek vb. gayb varlıklarını hakikatleriyle tanımaları mümkün olacaktır.
k) Cehennem ateşinin harlatılması. Bundan maksat yakıcılığının arttırılması, işlevine hazır hale getirilmesidir (ayrıca bk. Şuarâ 26/91).
l) Cennetin yaklaştırılması. Cennetin dünya hayatını Allah’a sevgi ve saygı şuuru içinde yaşayan ve O’na itaatsizlikten sakınan kullara (takvâ ehline) yaklaşmasından maksat, o saadet ülkesine girme zamanının yaklaşmasıdır; bunun takvâ ehline verdiği tatlı heyecandır (krş. Şuarâ 26/90; Kaf 50/31).
8.. A’lâ Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan ve AllahTeâlâ’yı niteleyen “el-A’lâ” kelimesinden almıştır. A’lâ, en yüce demektir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 492).
Konusu
Sûrede Allah, vahiy ve Kur’an, peygamber ve tebliğ görevi, tebliğ karşısında insanların takındıkları farklı tavırlar ve bunun ebedî hayattaki sonuçları ele alınmıştır.
Fazileti
Kaynaklarda, Hz. Peygamber’in A‘lâ sûresini okumaktan büyük zevk aldığı; vitir, bayram ve cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir (bk. İbn Kesîr, VIII, 399-400; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 310-311).
A’lâ Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Yüce rabbinin adını tenzih ederek an;
Tefsir (Kur’an Yolu)
Tesbîh, Allah’ı kendisine lâyık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O’nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifade etmektir. “Uygun şekil verme” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki tesviye kavramı, Kur’an’da genellikle Allah’ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması” anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise “sevvâ” fiilini –nesnesi belirtilmediğinden– “her şeye uygun şeklini verme” olarak anlamak gerekir (ayrıca bk. Hicr 15/29).
Allah’ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını belirleyip onu hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: “Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini, ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışlara yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde hareketini kolaylaştırmış, din ve dünya işlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir” (bk. V, 493).
4 ve 5. âyetler, Allah’ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kapkara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen “canlı varlıklara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren” anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkileri, ağaçları yetiştirip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmektedir. Zira kömür yataklarının daha önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah’ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır (bk. Elmalılı, VIII, 5747-5758; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 311).
9..Leyl Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 21 âyettir. Leyl, gece demektir
Nuzül
Mushaftaki sıralamada doksan ikinci, iniş sırasına göre dokuzuncu sûredir. A‘lâ sûresinden sonra, Fecr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrede insanoğlunun iki zıt huyundan, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir; imanla cömertlik ve imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir.
Leyl Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰىۙ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Yemin olsun, bürüyüp örttüğünde geceye;
Tefsir (Kur’an Yolu)
Bu yeminler, üzerine yemin edilen varlıkların değerini, onları yaratan gücün büyüklüğünü göstermekte; ayrıca gelecek konunun önemine dikkat çekmektedir. Allah Teâlâ, 3. âyetteki yeminle ilim ve kudretinin sonsuzluğuna ve sanatının üstünlüğüne işaret etmiştir. Zira aynı maddeden yaratılmış olan erkek ve dişi arasındaki cinsiyet farkının şuursuz tabiat tarafından bir tesadüf eseri olarak meydana getirilmesi ihtimal dışıdır. 4. âyette, insanların çabalarının, yaptıkları işlerin türleri, nitelikleri ve amaçları bakımından başka başka olduğu belirtilerek sonucu etkileyecek asıl farklılığın cinsiyete değil davranışların mahiyetine bağlı olduğu ima edilmiş; sonraki âyetlerde ise bu çeşitli işlerin yararlı ve zararlı olanları tanıtılmıştır.
10.. Fecr Suresi
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 30 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “el-Fecr”kelimesinden almıştır. Fecr, tan yerinin ağarması vakti demektir
Nuzül
Mushaftaki sıralamada seksen dokuzuncu, iniş sırasına göre onuncu sûredir. Leyl sûresinden sonra, Duhâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrede peygamberlere karşı çıkan ve ilâhî mesajı reddeden bazı eski toplulukların başlarına gelen felâketler hatırlatılmakta; Allah Teâlâ’nın insanı çeşitli yollarla imtihan etmesine değinilmekte, bazı insanlardaki mal tutkusu ve bencillik duygusu eleştirilmekte; kıyamet halleri, iyi ve kötü insanların âhiretteki durumları anlatılarak insanlar uyarılmaktadır.
Fecr Suresi 1. Ayet Tefsiri
Ayet
- وَالْفَجْرِۙ ﴿١﴾
Meal (Kur’an Yolu)
﴾1﴿ Yemin olsun tan yerinin ağarmasına;
Tefsir (Kur’an Yolu)
“Sabah aydınlığı” diye çevirdiğimiz fecr kelimesi masdar olarak “tan yerinin ağarması”, isim olarak “sabah aydınlığı, şafak vakti, tan yerinin ağarma zamanı” gibi anlamlara gelmektedir. Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlanmaya, canlıların da uyanmaya başlaması, bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için yüce Allah sabah aydınlığına yemin ederek aşağıda anlatılacak konulara dikkat çekmiştir (Râzî, XXXI, 161; ayrıca krş. Tekvîr 81/18). 2. âyette geçen on gecenin, hac ayı olan zilhiccenin ilk on gecesi, hicrî yılın birinci ayı olan muharremin ilk on gecesi, ramazanın ilk veya son on gecesi olduğu yönünde değişik rivayetler vardır. Ancak birinci mâna tercihe daha uygundur. Çünkü bu sûre Mekke’de indiğine, ayrıca ramazan orucu da Medine’de farz kılındığına göre ikinci ve üçüncü şıklardaki günler sûrenin indiği dönemde özel bir önem taşımıyordu. Zilhiccenin ilk on günü ise sûrenin inmesinden önce de Araplar’da kutsal sayılıyordu. 3. âyette geçen “çift ve tek”ten neyin kastedildiği konusunda da farklı yorumlar bulunmakla birlikte, çift olanıyla, tek olanıyla bütün varlıklar üzerine yemin edildiğini söylemek en uygun olanıdır. Çünkü varlık yokluğa göre bizâtihî bir değerdir. Nitekim İslâm düşünce tarihinde varlık hayır, yokluk şer kabul edilmiştir. Ayrıca burada belli varlıklardan ziyade bu kavramlara (tek ve çift) dikkat çekildiği; mutlak tek olan Allah’ın dışında “tek”in bulunmadığına, tek gözüken yaratılmış varlıkların, ortak özellikleri göz önüne alındığında çift ve benzer olduklarının düşünülmesi yönünde yol gösterildiği de söylenebilir (bilgi için bk. Şevkânî, V, 506; Ateş, X, 457). 4. âyette zikredilen “geçip gitmekte olan gece”nin, “Müzdelife gecesi” veya “bayram gecesi” olduğu söylenmiştir (bk. Elmalılı, VIII, 5797). Ancak ifadenin mutlaklığını ve başka pek çok âyette birçok kozmik varlık ve olaylara, belirleme yapılmaksızın yemin edildiğini dikkate alarak bunu da bütün geceler olarak anlamak daha uygun olur.
5. âyetteki “Düşünen kimse için bunlar yemine konu olacak kadar önemli değil midir?” cümlesinin başında aslında soru edatı bulunmakla birlikte bunun, kesinlik edatı olan “kad” anlamıyla kullanıldığı konusunda görüş birliği vardır. Bu ifade tarzı, yukarıda kendilerine yemin edilen varlıkların çok önemli varlıklar olduğunu gösterir. Uygun olan her türlü takdire açık olsun diye yeminlerin cevabı yani ne maksatla yemin edildiği belirtilmemiştir. Müfessirlere göre Allah Teâlâ bu dört âyette kendi katında önemli olan varlıklara yemin ederek öldükten sonra dirilme, kıyamet, hesap, ceza ve mükâfatın gerçekleşeceğini vurgulamıştır; yahut yeminin cevabı “Çünkü rabbin her şeyi yakından izlemektedir” meâlindeki 14. âyettir. Bu da şöyle yorumlanmıştır: Yukarıda sayılanlara yemin olsun ki rabbin her şeyi yakından izlemektedir; hiçbir şey O’nun bilgisi dışında değildir; O, bütün yapıp ettiklerinizi bilmektedir ve karşılığını ceza veya ödül olarak verecektir” (Şevkânî, V, 507).
“Akıl” mânasında kullanılan hıcr kelimesinin kök anlamı “engellemek”tir, akıl kavramının sözlük anlamı da aynıdır. Akıl, insanı yanlış bilgi ve düşünceden, kötü davranışlardan alıkoyma yeteneğine sahip olduğu için ona bu isim verilmiştir. Buna göre âyet, genel olarak ilâhî bildirimlerin, özellikle de bu âyetlerde üzerlerine yemin edilen doğal varlık ve olayların anlam ve değerini, Allah’ın neden bu varlıklar üzerine yemin ettiğini, insanın ancak aklını doğru kullanarak anlayabileceğini ifade etmektedir.